
Ortaçağ Avrupa’sında cüzzam, kalıtsal, bulaşıcı bir hastalık ve bir tür lanet olarak görülüyordu. Bu hastalığın Haçlı Seferleri sonunda tüm Avrupa’da yaygın olarak görülmeye başladığına dair görüşler bulunuyor. Kilise’ye göre bütün cüzzamlılar günahkardı. Kilisenin cüzzamlıları günahkar olarak görmesinin sebebi Eski Ahit’in Levililer kitabındaki temizlik ve kirlilik kurallarının yanlış yorumuna dayanıyordu. Eski Ahit’te temizlik, Tanrı’yı memnun eden, kirlilik ise Tanrı’yı öfkelendiren anlamına geliyordu. Levililer’de bir elbisenin ya da duvarın üzerindeki leke anlamına gelen kötü bir cilt hastalığı anlatılıyor ve “lekeliler temiz olanlardan, lekenin kısa süreli etkisi geçene kadar ayrı tutulmalıdır” kuralı geçiyor. Eski Ahit farklı dillere çevrildikçe bu cümlenin anlamı değişime uğruyor ve leke kelimesi cüzzam anlamına gelen “lepra” kelimesine dönüşüyor. Bu kelime hatası, cüzzamlıları Tanrı’nın hoşnutsuzluğunun, gazabının simgesi haline getiriyor.
Ortaçağ hekimleri, cüzzamı genel olarak cinsel ilişkiyle geçen bir hastalık olarak tanımlıyorlar. Aynı zamanda vücut sıvılarının dengesizliği, çürümüş yiyecekler ve çok durmuş içeceklerin tüketimi, kirlilik gibi sebeplerin de cüzzam hastalığını arttırdığı yönünde fikirler bulunuyor.

Antik Roma’nın önemli hekimi olan Galen’in geleneğini sürdüren bazı hekimler, hastalığın sebebini, cüzzam hastalarının kanlarında çok fazla hüzün ve melankoli bulunmasına bağlamaktadırlar. Vücut sıvıları ve cüzzam arasında bağlantı kurdukları için kandaki fazla melankoliyi, yani, safra kesesindeki sıvının fazlalığını almak, bu hastalığın tedavi yöntemi olarak görülüyordu. 12. yüzyılda yaşamış Bingenli Hildegard ise cüzzamın domuz eti, süt ve şaraptan kaynaklandığını söylemiştir. Hildegard, cüzzamın tedavisinde beyaz zambağın, yeşil ağaçkakan yemenin ve karınca yuvalarının kullanılabileceğini ve bunların iyileştirici gücünden bahsediyor.
Başarılı tıbbi tedavilerin zorluğu anlaşılınca cüzzamlıları izole edilmesine ve bakımlarının yapılmasına odaklanıldı. Yani cüzzam için tedavi, öncelikli amaç değildi. Cüzzamlılar için birçok cüzzam evi ve hastaneler kurulmaya başlanıyor. Bu evler, tedavi olmaktan ziyade cüzzamlıların ölümü bekledikleri yerlerdi. Ortaçağ Avrupa’sında yirmi binden fazla cüzzam evinin olduğu biliniyor. Bu hastaneler ve cüzzam evleri, tipik olarak çitle çevrili bir bahçeden oluşuyordu. Aynı zamanda yanında mezarlıklar da bulunuyordu. Cüzzam’ın Avrupa’ya bıraktığı miras bu cüzzam evleri ve hastaneleridir.

Cüzzamlılar için toplanan bağışlar sayesinde, bu ilk hastaneler, diğer hastalara da düzenli olarak bakabilecek kadar gelişiyor. Bu cüzzam evleri yapılan bağışlara oranla zengin ya da fakir evlerdir. Birçoğunun iyi yiyecek, içecek tedarik ettiği biliniyor. Varlıklı insanların günahlarının kefareti için cüzzamlılara bağış yaptığı, sadaka verdikleri biliniyor. Ayrıca bazı durumlarda cüzzamlıların mülkleri bu cüzzam evlerine bırakılmış ve servetleri cüzzam evlerine verilmiştir. Buna ek olarak, cüzzamlıların mülk edinmesinin önüne geçilecek kanuni düzenlemeler de yapılmıştır. Bu şekilde cüzzamlıların mülk edinmesine izin verilmemiştir. Çünkü cüzzamlı insanların sağlıklı insanlarla bir arada yaşamasının önüne geçilmeye çalışılıyordu
Bir cüzzamlıyı toplumdan ayırmak için bir tören yapılıyordu. Bu daha çok cüzzamlı kişinin kendi cenaze törenine katılması gibi bir şeydi. Cüzzamlı kişi, bu törende yeni kazılan mezara girer, elinde bir mumla durur ve papaz üzerine üç kürek toprak atarken aynı zamanda “Dünyaya ölü ol, yeniden Tanrı’ya doğ.” cümlesini söyler. Cüzzamlıların, toplumda ölü olarak kabul edildiğini bu törenden de anlıyoruz. Törenin sonunda papaz, cüzzamlıların uyması gereken kuralları söyler. Hatta buna yasaklar diyebiliriz. Kiliseye girmek, çocuklara dokunmak, halka açık kuyulardan su içmek, cinsel ilişkide bulunmak, cüzzamlı eşyaları olmadan seyahat etmek cüzzamlılar için yasaktı. Tören bittikten sonra cüzzamlı kişi, cüzzam evlerinde hayatını sürdürüyordu. Mısırlılar da cüzzamı “ölümden önce ölüm” olarak tanımlamışlardır ve cüzzamlıları uzak yerlere göndermişlerdir, yani, cüzzamlıların kendi kaderlerine terk edilmeleri Ortaçağ için yeni bir şey değildi. Dışlanma, terk edilme için bir benzetme olarak cüzzam kelimesi hâlâ kullanılır.

Cüzzamlıların eşyalarına gelecek olursak, cüzzamlılar, giydikleri kıyafetler vesilesiyle sağlıklı insanlardan ayırt edilebiliyordu. Bu sağlıklı insanlara karşı yapılmış bir uyarı göstergesidir. Uzun kıyafetler, eldivenler, omuz üzerinden sarkan boynuzlar bu elbiselerin tipik özellikleriydi. Bazı cüzzamlılar maske de takıyordu. Aynı zamanda kıyafetlerine cüzzamlı anlamına gelen “lepreux” kelimesinin baş harfini, “L” harfini dikerlerdi. Cüzzamlıların genellikle, sağlıklı olanları uyarmak amacıyla taşıdıkları bir çan ya da zilleri, istedikleri şeyleri gösterebilecekleri bir sopaları, su mataraları ve sadaka çanakları olurdu.
14. yüzyılda, cüzzam ve cüzzamlılar Avrupa’da azalmaya başlamıştır. 1340’larda, daha önceleri çok dolu olan bir sürü cüzzam evleri, bir ya da iki cüzzamlı hastanın barındığını açıklamaya başlamıştır. Birçoğu kapanmış veya harabeye dönmüştür. 1550’lere gelindiğinde Fransa’daki cüzzam evlerinin bazıları genel hastanelere dönüştürülmüştür.

Ortaçağ’da cüzzam sanata da yansımıştır. Birçok sanatçı tablolarında cüzzama yer vermiştir özellikle 12.yüzyıldaki örneklerine rastlamak mümkündür. Cüzzam’a dair tablolara bakıldığında çoğunlukla Hz.İsa’ya dair İncil’deki kıssalardan yola çıkılarak ruhban sınıfının hastayı iyileştirme anı tasvir edilmiştir. Onlara en büyük yardımı Hz.İsa’dan olduğu gibi din adamlarından geleceği algısı eserlerde göze çarpmaktadır. Eserlerin büyük çoğunluğunda mutlaka bir rahip ya da rahibe bulunmaktadır. 1355’te cüzzamın fiziksel ve ruhsal umutsuzluğunu yansıtan ilk sanatçı, İtalyan ressam Francesco Traini olmuştu. “Ölümün Zaferi” isimli freski, elleri sarılı, burunları erimiş, öfke içindeki sekiz cüzzamlı dinleyiciyi tasvir eder. Bir cüzzamlı elinde “Her acının ilacı ölüm, saadet bizi terk ettiğine göre, gel de bize Son Akşam Yemeğimizi ver” sözlerinin yazılı olduğu bir kağıt bulunmaktadır.
Ayrıca İstanbul’da bulunan Kariye Müzesi’nde cüzzamlı bir hastanın iyileştirilmesi üzerine bir mozaik tasvir edilmiştir. Bu tasvirdeki cüzzamlı kişi, İsa’dan kendisini iyileştirmesini istemesi üzerine, İsa cüzzamlı hastaya dokunarak onu iyileştirmiştir. Cüzzamlı kişinin üstündeki noktalarla cüzzamlı olduğu belirtilmiştir. Tasvirin üzerinde “Cüzzamlıya Mesih’in şifası” yazılıdır. Ancak Kariye Müzesi’ndeki bu tasvir tahrip olmuştur.


- Ek okumalar:
- Andrew Nıkforuk, Mahşerin Dördüncü Atlısı, İletişim Yayınları
- Murat Serdar, Ortaçağ Avrupa’sında Cüzzam
İlk Yorumu Siz Yapın