Hıfzısıhha Enstitüsü

Dünyaca geçirdiğimiz bu salgın günlerinden de anladığımız üzere toplumu oluşturan bireylerin sağlığı, toplum için önemli. Çoğu ülkede sağlık alanında yapılan politikaların aynı zamanda ülkenin kalkınmasıyla, bilim anlayışıyla da yakından ilgili olduğunu görüyoruz. Bu sağlık politikaları toplumun sağlık felsefesinin de ne yönde olduğunu gösteriyor. Sağlıklı yaşam ne kadar bireysel bir sorumluluk ise sağlık hizmeti de bir o kadar toplumsal bir sorumluluk haline geliyor. Gelişen sanayi, nüfusun artması, hızlı şehirleşme, hava kirliliğinin artması ve insanın doğaya hükmetmeye çalışması ile birlikte eğitimin yeterli olmaması, beslenme yetersizliği ve sağlık sorunları da ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bulaşıcı ve salgın hastalıklarla mücadelenin ve sağlık hizmetlerinin ne kadar önemli olduğunu bugün de yakından görüyoruz.

Osmanlı’nın son dönemlerinde salgın hastalıklarla mücadelede, özellikle kolera, çiçek ve kuduz hastalıklarının mücadelelerinde önemli çalışmalar yapıldığını görüyoruz. 19.yüzyılda Osmanlı’da karantina ile ilgili çalışmaların da olduğunu biliyoruz. 1892’de İstanbul’da kurulan Aşıhane ile birlikte aşılar ve serumlar yapılmaya başlanmış ve daha sonra 1894’te Bakteriyoloji Müessesi ve 1900’de Eftal Hastanesi’nde kurulan laboratuvarda çalışmalar yapılmıştır. Çiçek, kuduz aşıları, serumlar hazırlanmış ve bu dönemde sağlık hizmetleriyle ilgili kurumlar açılmaya başlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında ordunun aşı ve serum ihtiyacını karşılamak üzere Bakteriyolojihaneler kurulmuş ve Anadolu’nun da ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır.

Cumhuriyet döneminde ise sağlık hizmetlerinin politika olarak ele alınması 1920’li yıllarda başlıyor. 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM ile birlikte sağlık hizmetlerinin, devletin temel görevlerinden biri olarak görülmesi başlıyor. Ve ardından 2 Mayıs 1920’de Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı (SSYB) kuruluyor. Savaşların da sebep olduğu sosyo-ekonomik yıpranma, sağlıklı insan gücü yetersizliği dönemin salgın hastalıklarıyla mücadelesi için büyük engellerdi. Bu anlamda Cumhuriyet’in ilk yıllarında salgın hastalıklarla mücadeleyle ilgili birçok çalışmalar yapılmaya başlanıyor. 1924’ten itibaren Dispanserlerin açılmaya başlandığını görüyoruz. 1925’de sağlık alanında politikalar oluşturulmaya başlanıyor. Bu politikaların içeriside sıtma, verem, frengi, trahom gibi salgın hastalıklarla mücadele etmek, hekim, sağlık memuru ve ebe yetiştirmek, sağlık ile ilgili kanunlar yapmak ve Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu kurmak gibi önemli hedefler var. Aynı zamanda “Seyyar Tabiplik” uygulaması ile halk sağlığı için köylere ziyaretler ve eğitimler verilmeye başlanıyor. Bu politikaların uygulanmasında dönemin Sağlık Bakanı Refik Saydam, önemli rol oynuyor ve bu konuda çok önemli adımlar atıyor.

Refik Saydam

10 Mayıs 1928’de meclise bir tasarı sunuluyor ve bu tasarıya göre halk sağlığının korunması için bilimsel gelişmelerin izlenmesi gerektiği ve bu yüzden de uzmanlardan oluşan bir kuruma gereksinim olduğu belirtiliyor. Cumhuriyet döneminde açılan çoğu kurumun araştırma yapmaya yönelik olduğunu, uzmanlar tarafından kurulmaya çalışıldığını ve kurulurken bilimsel gelişmeleri takip ederek kurulduğunu görüyoruz. Bu noktada araştırma kavramı ve bilimsel hazırlık, bilimsel gelişme, Cumhuriyet döneminde kurulan kurumlar için çok önemli bir şey haline geliyor.

Aynı zamanda Cumhuriyet dönemlerinden günümüze kalan mimari açıdan da önemli olan Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü bu anlayışa güzel bir örnek oluşturuyor. Binada bulunan Hygieai kabartması, Yunan Mitolojisinde Sağlık ve Temizlik Tanrıçası olarak bilinir ve Sağlık, Hekim Tanrısı Asklepios’un kızı olarak bilinir. Hijyen kelimesi de Yunanca “Hygieai” kelimesinden geliyor. Asklepios’un görevi şifa vermek ve hekimlik yapmak, Hygieai’nin görevi ise sağlığı korumaktır. Sağlığın simgesi haline gelen yılan, Asklepios’ta asaya dolanmış bir şekilde görürken, Hygieai’de kadehe dolanmış bir şekilde görürüz. Hygieai, Cumhuriyet döneminin önemli mimarlık miraslarından biri olan Hıfzısıhha’nın sembolü haline geliyor.

Hygieai Kabartması

Ve Hıfzıssıhha Enstitüsü bu düşünce etrafında Refik Saydam’ın önderliğinde kuruluyor. Refik Saydam, ilk Sağlık Bakanı aynı zamanda ilk Bilim Tarihçilerimizden olan Adnan Adıvar’dan sonra uzun yıllar Sağlık Bakanlığı yapmış ve Hıfzısıhha Enstitüsü’nün kuruluşunda, sağlık politikalarının uygulanmasında önemli rol oynayan bir Türk hekim. Daha sonraki yıllardan Enstitü’nün ismi değiştirilerek Refik Saydam’ın ismi veriliyor ve Ensitütü, Refik Saydam Hıfzısıhhha Enstitüsü adını alıyor.

Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün salgın hastalıklarla mücadele konusunda yarar sağlayacağı 1928’deki tasarıda ifade ediliyor. Ankara’da kurulacak olan bu kurumun modern cihazlarla donatılacağı ve böylece dışarıdan gelen her türlü ilacın kontrol altına alınacağı belirtiliyor.

27 Mayıs 1928’de kabul edilen tasarının üzerine daha önce kurulan Bakteriyolojihaneler birleştirilerek Hıfzısıhha Enstitüsü oluşturuluyor. Kuruluş yasasına göre Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün asli görevi, halk sağlığını korumak ve geliştirmek amacıyla araştırmalar yapmaktı. Bu yasaya göre Enstitü’nün görevinin yalnızca aşı ve serum üretmek olmadığını aynı zamanda bilimsel araştırmalar için güzel bir merkez oluşturulmaya çalışıldığı anlaşılıyor.

Bakteriyoloji Laboratuvarı

Hıfzıssıhha Enstitüsü, kurulduğu yıllarda dört şubeden oluşuyordu. Bakteriyolojihane, Kimyahane, Farmakoloji ve Ümminobiyoloji şubeleri olarak açılıyor. Her şubede birden fazla laboratuvar bulunuyor. Ve bu laboratuvarlar, Avrupa’dan getirtilen aletlerle donatılıyor. Bu şekilde üretim ve analizin dışında bilimsel araştırmalar da yapılmaya başlanıyor. Enstitü’nün ilk yıllardaki kadrosu 14 uzman ve 40 yardımcıdan oluşuyor. Enstitü kurulduktan sonra ilk aşı ve serum üretimleri başlıyor. İstanbul’da kurulmuş olan Aşıhane de 1934’te Hıfzıssıhha Enstitüsü’ne dahil ediliyor ve bu şekilde çiçek aşısı üretimi çoğalmaya başlıyor. Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde yapılan çalışmalara baktığımızda, yalnızca serum ve aşı üretimi yapılmadığını görüyoruz. Yabancı uzmanların yanında, Avrupa’da eğitim görüp Enstitü’de çalışmalar yapan birçok bilim insanı da burada yetişiyor ve araştırmalar yapıyor. Önceki yazımda bahsetmiş olduğum Remziye Hisar gibi…

Farmakodinami Şubesi

Yapılan çalışmalar araştırmalar, Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün mecmuası olan “Türk Hıfzıssıhha ve Tecrübi Biyoloji Mecmuası”nda yayımlanmaya başlıyor. Ve bu mecmuada Kimya, Biyoloji, Farmakoloji, Toksikoloji, İmmünoloji, Halk Sağlığı, Epidemiyoloji gibi birçok alanlarda araştırmalar ve derlemeler yayımlanıyor.

Sonraki yıllarda, sağlık personeli yetiştirmek ve eğitimler vermek üzere 1936 yılında Hıfzsıhha Mektebi açılıyor. Üretimin, araştırmanın yanı sıra eğitime verilen önemi de bu okulun kurulmasından anlayabiliriz.
Hıfzısıhha Okulu’nun kurulmasından 1 yıl sonra kuduz serumu üretilmeye başlanıyor. Ve bu dönemde Yunanistan’a, Suriye’ye, Irak’a tetenoz ve difteri serumları gönderildiği biliniyor. Aynı zamanda Çin’deki kolera salgını zamanında, Çin’e bir milyon kişiye yetecek kadar kolera aşısı gönderiliyor.

Kimya Laboratuvarı

Hıfzıssıhha Enstitü, çalışmalarıyla Türkiye’de bilim alanında birçok kapıyı açıyor. İlk yıllarında açılmış olan laboratuvarlarla kalmıyor ilerleyen yıllarda, Biyolojik Kontrol Laboratuvarı, Kolera Referans Laboratuvarı, Analitik Toksikoloji Laboratuvarı, İlaç Kontrol Laboratuvarı gibi farklı alanlarda laboratuvarlar açılmaya başlandığını görüyoruz. Hıfzıssıhha Enstitüsü ile birlikte Türkiye’de birçok ilkler de gerçekleşiyor, ilk kez antibiyotik ve vitaminlerin kalite kontrolüne başlanıyor. Bu anlamda tarihimizde Hıfzısıhha Enstitüsü, halk sağlığı, bilimsel araştırmalar ve salgın hastalıklarla mücadele açısından önemli bir yer tutuyor.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir